Tüm toplumlarda kadınların ve erkeklerin
konuşmalarında bir takım farklılıklar gözlenir. Zaman zaman bir birlerinin
söylediklerini yanlış anladıkları da... Ayni toplumda, hatta ayni ev de büyümüş
bir kadın ve bir erkek, kendi anadillerini ne kadar farklı konuşabilirler ki
diye düşünenlerdenseniz, toplumdilbilim çalışmalarının şaşırtıcı örneklerine
bir göz atmaya ne dersiniz?
İnsanların dili toplumsal, siyasal ya da
etnik grubuna, eğitim durumuna, içinde bulunduğu iletişim ortamına, yaşına ve
cinsiyetine göre değişiklik gösterir. Her iki cins de evde, okulda ya da işte
farklı deneyimler yaşar, farklı sorumluluklar yüklenir ve farklı et kinliklere
katılır. Ailede kız ve erkek çocuklara nasıl farklı davranılıyorsa, toplumda da
kadın ve erkeklere farklı davranılır. Dil kullanımı da, cinse bağ lı
davranışların bir yönünü oluşturur. Kadınlar ve erkekler kendi cinslerine uygun
dil davranışlarını toplumsallaşma sürecinde edinirler.
Bir dilin yapısı, sözcük dağarcığı ve
kullanımıyla, bu dili kullananların cinsiyetleri arasında bir bağ olup olmadığı
da, toplumdilbilim alanında son otuz yıldır üzerinde çalışılan bir konu.
Yapılan ilk çalışmalarda, kadın ve erkeğin konuşmasındaki sesbilimsel,
biçimbilimsel, sözdizimsel ya da sözcüksel farklılıklara odaklanılmış. Daha
sonraki çalışmalardaysa, bütünüyle söylem çözümlemesine yönelme olmuş. Pek çok
çalışmada, kadın ve erkeğin konuşma biçiminde aynı farklılıklar bulunsa da, bu
farklılıkların ne den ve nasıl ortaya çıktığıyla ilgili çeşitli yorumlar
yapılmış. Bu yorumlar dan ortaya çıkan “egemenlik” ve “ayrılık” yaklaşımları,
toplumdilbilimcilerin üzerinde en çok durduğu ve ikisi arasında bir orta yol
belirlediği yaklaşımlar. Çünkü her iki yaklaşımın da ışık tuttuğu bazı noktalar
var.
Egemenlik
Erkeklerde
İlk olarak William O’Barr ve Bowman
Atkins’in ortaya attığı egemenlik yaklaşımında, kadınlar toplumda bir azınlık
olarak görülüyor ve erkeklerin egemen olduğu düzende, kadınların dışlandığı ve
ezildiği düşünülüyor. Buna göre, kadın ve erkeğin dil kullanımındaki
farklılıklar da erkeklerin toplumdaki egemenliğini ve kadınların ezilmişliğini
yansıtıyor. Genelde feminist toplumdilbilimcilerin savunduğu bu yaklaşımda,
kadınların kullandığı dilin tipik özellikleri güçsüz, yetersiz ya da zayıf
olarak niteleniyor. Feministlere göre kadın, erkeği akıllı, toplumda saygınlığı
olan, kuvvetli, sözü geçmesi gereken taraf; kendiniyse zayıf, saygınlığı
olmayan, bağımlı olan ta raf olarak görüyor. Erkekse, kendisinin güçlü,
kadınınsa güçsüz olduğuna inandırılıyor. Kadınların dil kullanımı da,
toplumdaki bu kendine güvensiz konumlarını yansıtıyor. Bu nedenle de,
kadınların kullandığı dilde mantık kurallarının ve akıcılığın olmadığı,
tümcelerin sık sık yarım bırakıldığı ve soru biçiminde iletildiği belirtiliyor.
Ayrıca, erkeklerin bulunduğu ortamlarda kadınların daha az konuştuğu ve
konuştuklarında da karşılarındakileri destekleyici stratejiler kullandıkları
ileri sü rülüyor. Feministler bu durumu kadınların, erkeklerin dünyasını
yansıtan dille iletişim kurmakta güçlük çekmelerine, konuşurken kendilerine
güvenmediklerinden sık sık onaylanmak iste melerine bağlıyorlar. Kadınların,
dil kullanımında erkeklerle eşit olanakları paylaşamadıklarından, dilsel bir
dışlan ma yaşadıklarını ve değişik durumlar da etkili iletişim kurmakta güçlük
çek tiklerini belirtiyorlar. Böylece kadınla rın toplumdaki alt konumu dile
yansımış oluyor. Bu durum, kadının toplumdaki konumunun yaratılmasına ve
sürdürülmesine de katkıda bulunuyor.
Bu yaklaşım, kadın ve erkeğin dil
kullanımındaki farklılıklara belli bir noktaya kadar ışık tutuyor. Ancak, her
ne kadar bazı toplumlarda benzer tablolar görülse de, bunu genele yaymak ve
farklılıkların tek nedeni olarak göstermek yanlış olur. Ayrıca, dillerin
erkeklerin tekelinde olması, kadınların dile yabancı olması ya da dillerin
kadınların deneyimlerini aktarmada yetersiz kalması söz konusu olamaz. Burada
dilin özellikleri olarak açıklanan bazı noktalar, aslında sözkonusu toplumların
özellikleriyle ilgili. Bu gibi toplumlarda, kadın ve erkek eşit olarak ele alınmadıkça,
konuşmalarında farklılık oluşması kaçınılmaz.
Kültürler
Ayrı
İlk olarak Daniel N. Maltz ve Ruth A.
Borker tarafından ileri sürülen ayrılık yaklaşımındaysa, kadınlar ve erkekler
toplum içinde iki ayrı alt kültür ola rak değerlendiriliyor ve iki cins
arasındaki konuşma biçimi farklılıklarının, bu farklı kültür özelliklerinden
kaynaklandığı savunuluyor. Değişik toplumsal gruplardan gelen bireylerin
konuşmayı planlama ve yorumlama stratejilerinin değişik olduğu ve bu durumun da
yanlış anlamalara neden olduğu daha önceki çalışmalardan biliniyor. Maltz ve
Borker, kadın ve erkeklerin birbirinden farklı alt kültürleri olduğunu ve bu
durumun kadın ve erkek arasındaki iletişimi önemli ölçüde etkilediğini ileri
sürüyorlar. Kadın ve erkeğin konuşurken aynı varsayımlardan yola
çıkmadıklarını, bu yüzden de konuşanın niyetiyle karşısındakinin anladığı
arasında bir uyum olamayacağını savunuyorlar.
John Gumperz de, konuşmada hikâye
etme, açıklama, tartışma, vurgulama, emretme ve yöneltme gibi işlevlerin
evrensel olduğunu; ancak, bu işlevlerin toplumsal düzeyde gerçekleşmesinin
kültürel etkenlere bağlı olduğunu söylüyor. Bireylerin değişik kültürel
varsayımlarla bilgi ya da tartışmayı değişik biçimlerde yapıladıklarını,
değişik konuşma biçimleri kullandıklarını belirtiyor. Böylece bireyler
konuşmadaki hakları ve konuşmadan beklentileri konusunda ayrılıyor; bu durum da
bireyler arasında sık sık yanlış anlamalara neden oluyor.
Kurallar
Çakışınca
Maltz ve Borker’a göre kadın ve erkeklerin
arkadaşça konuşmalar için edindikleri kurallar, birbirleriyle konuşurken
çakışıyor. Bu konuda en bilinen örnek, Amerikan toplumunda konuşma anında
dinleyen tarafın verdiği ya da vermediği olumlu kısa yanıt ya da karşılıklarla
ilgili. Karşılıklı konuşmanın genel özellikleri olan bu tepkiler, başı öne
doğru sallama ya da “evet”, “hmm” gibi yorumları içeriyor. Bu tepkileri hem
kadınlar hem de er kekler veriyor. Ancak Maltz ve Borker’a göre kadınlar ve
erkekler için bu kısa yanıtlar farklı anlamlar taşıyor. Bunlar, kadınlar için
“Seni dinliyorum, devam et” anlamına gelirken, erkekler için “Seninle aynı
görüşteyim”, “Seni anlıyorum” gibi daha kuvvetli anlamlar taşıyor. Kadınlar bu
küçük tepkileri daha sık kullanıyor ve kendileri konuşurken de bu yanıtları
bekliyorlar. Bu yanıtları alamadıklarında karşılarındakinin kendilerini
dinlemediği sonucunu çıkartabiliyorlar. Erkeklerse, bu tepkileri, daha az ve
genelde konuşmanın sonuna doğru kullanıyorlar. Konuşmaları boyunca sürekli bu
küçük tepkileri aldıklarında, karşılarındakinin kendileriyle aynı fikirde
olduğunu düşünüyorlar. Konuşmaları bittiğin deyse, karşılarındakinin tümüyle
farklı bir fikirde olduğunu açıklaması onları şaşırtıyor ve sonuç olarak,
kadınların ne düşündüğünün önceden tahmin edilemeyeceği ya da kadınların durma
dan fikir değiştirdiği görüşüne varabiliyorlar. Böylece, her iki cinsin iki
değişik kurala ya da aynı yanıtlar için farklı yorumlara sahip olması,
birbirlerini sık sık yanlış anlamalarına yol açıyor.
Maltz ve Borker’a göre bu gibi durumların
nedeni, kadın ve erkeklerin her gün iletişim halinde olsalar bile, farklı alt
kültürlere ait olmalarından dolayı farklı konuşma kurallarına sahip olmaları.
Aynı biçimde, kadınların soru sormayı konuşmanın devamı için bir gereklilik
olarak gördüklerini, erkeklerinse soruları yalnızca bilgi sorma amaçlı
kullandıklarını belirtiyorlar. Konuşma anındaki saldırgan tutumları, erkeklerin
konuşmayı organize etmenin bir yolu olarak gördüğü nü, kadınlarınsa bu
saldırganlığı kişi sel olarak kendilerine yöneltilmiş ve engelleme amacıyla
yapılmış bir davranış olarak düşündüklerini ileri sürüyorlar. Maltz ve Borker,
kadın ve erkeklerin sorun paylaşma ve öneride bulunmaya karşı da farklı
tutumlar içinde olduğunu söylüyorlar. Buna göre, kadınlar sorunları tartışma, deneyimlerini
paylaşma ve rahatlama arayışındayken; erkeklerin, bir sorunundan bahseden kişi
kendisinden çözüm üretmesini bekliyormuş gibi; karşısındakine önerilerde
bulunarak, hatta bir uzman edasıyla, ders verirmiş gibi yanıtlar verdiklerini
belirtiyorlar.
Çocuklukta
Başlıyor
Kadın ve erkeklerin iki ayrı alt kültürü ne
zaman edindikleri sorusunun yanıtı çocuklukta yatıyor. Maltz ve Borker’a göre
yetişkin çağa geldiğimizde, farklı zamanlarda öğrendiğimiz ve farklı iletişim
durumlarında kullandığımız bir dizi kural edinmiş oluyoruz. Örneğin, çocukken
anne babalarımız ve öğretmenlerimizle etkileşimlerimiz sırasında, kendimizden
üst ya da alt konumdaki kişilerle hangi kurallara göre iletişim kurmamız
gerektiğini öğreniyoruz. Ergenlik çağımıza doğru, karşı cinsle iletişim için
bir kurallar dizisi ediniyoruz. Arkadaşça bir konuşmayı devam ettirmek için de
kurallarımız olu yor. Ancak, ilginç olan, bu kuralları bü yüklerimizden değil,
kendi yaşıtlarımızdan ve hemcinslerimizden 5 - 15 yaş arasında öğreniyor olmamız.
Çünkü bu yaş aralığında çocuklar arkadaşlarını genelde kendi cinslerinden
seçiyorlar ve kendi cinsleriyle daha fazla zaman geçirdikleri için de
birbirlerini etkiliyorlar. Çocuklukta aynı cinsten arkadaşlarla iletişim kurmak
için geliştirilen konuşma biçimlerinin, yetişkinlikte karşı cinsle iletişimde
de kullanılmasıysa, yanlış anlamaların temelini oluşturuyor. Araştırmalar okul
yaşına henüz gelmiş çocukların dil kullanma modellerinde bile kadın - erkek
farklılığının oluşmaya başladığını gösteriyor. Her iki cinsin üyeleri bilinçli
olarak birbirlerinden farklı davranmayı ve bu farkları abartmayı seçiyorlar.
Kız çocuklar erkekler gibi, erkek
çocuklar da kızlar gibi davranmamaya özen gösteriyorlar. Maltz
ve Borker bu durumu, kişilerin kendi etnik
kökenlerini belli etmek, kendilerinin diğerlerinden ayırt edilmesini sağlamak
için özellikle aksanlı konuşmalarına benzetiyorlar.
Düğün
Pastası Düğünde Yenir
Tannen, bu iddiasını desteklemek için
ilginç bir örnek veriyor. “Evliliklerinin 50. yıldönümünü bir otelde kutlayan
Amerikalı çift konuklarının bir bölümünü tüm hafta sonunu geçirmek üzere, bir
bölümünüyse kutlama akşamındaki yemeğe davet ederler. Kutlama akşamındaki
yemeğin sonuna doğru, garson o akşam çok yemek yenildiğini, kutlama pastasını
keserlerse pek yenmeyeceğini söyler ve pastanın ertesi günkü öğle yemeğinde
kesilmesini önerir. Kadın, konukların görüşünü alır. Erkeklerin tümü bu öneriyi
uygun bulur, kadınların tümüyse karşı çıkar ve parti o akşam olduğuna göre
pastanın da o akşam kesilmesi gerektiğini söylerler.” Tannen bu olayda
erkeklerin “ileti” üzerinde durduklarını, pastayı yiyecek olarak
algıladıklarını belirtiyor. Kadınlarsa “üst ileti” üzerinde durduklarından,
kutlama için özel olarak hazırlanan pastanın, o özel günde sunulması
gerektiğini düşünürler. Ertesi güne kalırsa pasta bu özelliğini yitirecek,
kutlama da pasta olmadığı için bir yönüyle eksik kalacaktır. Ayrıca, konukların
bir kısmı o akşamın sonunda otelden ayrılacaklardır. Bu olay, kadın ve
erkeklerin aynı iletiyi ne kadar değişik biçimlerde yorumladıklarını
göstermiyor mu?
Tannen’a göre, ileti ya da üst iletilere
duyarlılıktaki ayrılıklar, kadın ve erkek arasında hemen her konuda görüş
ayrılıklarına neden oluyor. Tannen, kadın ve erkeğin kendi düşüncelerinin
mantığına, karşısındakininse mantıksız lığına inandıkları için bu gibi yanlış
an lamaları düzeltmenin güçlüğüne de değiniyor.
Tannen’a göre, erkekler, tıpkı çocuklukta
olduğu gibi, kendilerini hiyerarşik bir toplumsal düzende karşılarındakilere
göre üst ya da alt konumda görürler. Konuşmalarına da üst konumda olabilmek,
başkalarınca aşağılanmamak üze re yön verirler. Bağımsızlıklarını korumak ve
başarılı olmak için yaşam boyu mücadele verirler. Öte yandan kadınlar- sa
kendilerini toplumsal ilişkiler içinde bir birey olarak görürler. Konuşmaysa
onlar için insanların birbirini onayladığı, desteklediği ve anlaşmaya vardığı
bir görüşmedir. Kadınlar için de yaşamda hiyerarşik bir düzen bulunur; ancak,
buniyerarşi güç ve başarıdan daha çok ar kadaşlıkla ilgilidir. Kadınlar da
statü ka zanmayı ve başarılı olmayı isteseler de, bunlar kadınların sürekli
peşinde olduk ları amaçlar değildir. Statü kazanmaya ve başarılı olmaya
çalışırken, bunu iyi ilişkilerle gerçekleştirmeye yönelik dav ranırlar.
Erkekler de birlikte olmayı ve yakınlık kurmayı isterler; ancak, bu amaçlar
onlar için birinci derecede önemli değildir, yakınlık kurmayı karşı çıkarak
gerçekleştirmeye çalışırlar.
Aynı
Dil Şart mı?
Pek çok kadın ve erkek, yakın ilişkilerinden
memnun değil ve bir şeyleri konuşmaya kalktıklarında daha da faz la hayal
kırıklığına uğruyor. Tannen’a göre ilişkilere toplumdilbilimsel bir bakış
açısıyla yaklaşıldığında, bu memnu niyetsizlikleri, kimseyi delilikle ya da
hatalı olmakla suçlamadan ya da ilişkiyi suçlayıp bitirmeden açıklamak olası.
Eğer aramızdaki farklılıkları fark eder ve anlarsak, birbirimizin tarzından bir
şeyler öğrenebilir, bu tarzların açıklamasını yapabilir ve buna uyum sağlaya
biliriz. Eşlerin kişisel zayıflığa yorulan konuşma biçimi, farklı bir sistemi
yansı tan biçim olarak yeniden ele alınabilir belki. Ya da eşlerimiz tarafindan
yıllarca didiklenen kendi konuşma tarzımı zın mantıklı ve uygun olduğunu savunabiliriz.
Eğer konuşma tarzına dayalı farklılıkları anlayabilirsek,
gerçek çatışmalara, uyuşmazlıklara göğüs germek ve bunların üstesinden gelmek
amacıyla ortak bir dil bulmak için daha iyi bir konumda olabiliriz.
Derleyen
Meltem Yenal Coşkun- Hacettepe
Üniversitesi, İngiliz Dilbilimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Güray König’e
katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
Kaynaklar:
König, G. Ç., Dil ve Cins: Kadın ve
Erkeklerin Dil Kullanımı”, Dilbilim Araştırmaları 1992, Hitit Yayınevi
König, G., “Kadın, Erkek ve Dil”, Kuram,
Kitap 10, Ocak 1996
Taanen, D., You Jast Don’t Understand —
Women and Men in Conversation, William Marrow and Campany mc., New York, 1990
Gumperz, J.J. (ad), Language and Social
Identitly”, Cambridge University Prenn, 1987
Wardhaugh, R, “An Introdaction to
Socialinguistics”, Blackwell Oxford UK Cambridge USA, 1992
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder