[İng. ve Fr. relation]
Grice 'ın, anlama yetisinin Kant'ta geçen kategorilerinden esinlenerek, karşılıklı konuşmanın dört ilkesi olarak ortaya koyduğu ilkelerden biri. Bağıntı ilkesi, karşılıklı konuşmaya katılan tarafların katkılarının, konuyla uygunluğun gözetilerek yapılması gerektiğini belirtir.
(Altınörs,2000)
[İng. relational proposition, Fr. proposition relationelle]
Russell ve Witgenstein'ın tanımıyla, birden fazla terim arasındaki bağıntıyı dile getiren tümce. Örneğin, "Ali ile Ayşe kardeştir" tümcesi, bir bağıntı tümcesidir. Russell ve Wittgenstein bu tümcelerin, örneğin a ve b gibi iki terim arasında ikili söz konusu olduğunda, a R b biçiminde simgeleştirilebileceğini belirtmektedir.
(Alm. Kontext, Fr. contexte, İng. Context),
1. Bir dil birimini çevreleyen. ondan önce ya da sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim ya da birimler bütünü. (iç bağlam, dil içi bağlam da denir.)
2. Duruma, konuşucu ve dinleyicinin dil dışı toplumsal, ekinsel, ruhsal nitelikli deneyim ve bilgilerine ilişkin verilerin tümü. (Dış bağlam, dil dışı bağlam da denir.)
……………..
Bir sözcelemin içinde üretildiği koşulların bütünü. Bağlamı oluşturan öğeler arasında, konuşucu ve dinleyicinin karşılıklı konumu, sözcelemin ne tür bir prosedüre bağlı olarak gerçekleştirildiği gibi öğeler sayılabilir.
(Altınörs,2000)
(Altınörs,2000)
(Alm. Signal, Fr. signal, İng. signal).
Göstergesel düzlemde, doğal özellikli bir belirtiye karşıt olarak, bildirişim amacı güdülerek istençli ve yapay yoldan oluşturulmuş biçim (Örn. demiryolu, karayolu belirtkeleri). Dilsel göstergeler bu anlamda belirtke sayılır. Öte yandan, tüm belirtkeler uzlaşımsal ya da saymaca niteliklidir.
…………….
Peirce'ın yaptığı ayrımda yer alan gösterge türlerinden birisi. Bir gösterge, insanlar arasındaki ortak deneyimlere dayalı olarak bir başka olguyu imlediği durumda, ona "belirtke" adı verilmektedir. Örneğin, bebeklerin ağlaması bir gereksinimi ya da rahatsızlığı olduğunun, duman ateşin belirtkesidir.
(Altınörs,2000)
(Altınörs,2000)
[İng. egocentric terms, Fr. termes égocentriques]
Carnap gibi mantıkçı-pozitivistlerin bir bildirimin göndergesini belirsiz kılan terimlere verdiği ad. Dört temel ben-merkezcil terim vardır: Ben, burası, bu, şimdi. Tüm neo- pozitivistler bu tür terimleri nesnel olmadıkları ve anlam belirsizliğine yol açtıkları gerekçesiyle eleme yollarını aramıştır. Örneğin Carnap, bu tür terimlerin yarattığı boşlukların, `ben' yerine ad, `bu' yerine bir belirli betimleme , `burası' yerine coğrafi konum, `şimdi' yerine tarih koyularak doldurulması ve protokol ifadelere dönüştürülmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
(Altınörs,2000)
(Altınörs,2000)
(Alm. Vergleich)
Dilin muhtemelen en eski imgesel söylemleri arasına giren benzetmede karşılaştırılan nesneler veya kavramlar bizzat anıldığı için belki de gerçek anlamda tam dolaylı imge sayılmazlar. Benzetmede “gibi” ya da “kadar” kelimesi, benzeyenle
benzetilen arasındaki bağı kurar. Benzetmenin üslüp işlevi, anlatılmak istenen şeye somutluk kazandırmak, netlik vermek, pekiştirmektir.
(Aytaç,1999)
benzetilen arasındaki bağı kurar. Benzetmenin üslüp işlevi, anlatılmak istenen şeye somutluk kazandırmak, netlik vermek, pekiştirmektir.
(Aytaç,1999)
(Alm. Philologie. Fr. philologie, İng. philology,).
Yazılı betikler, özellikle de yazınsal yapıtlar aracılığıyla geçmiş uygarlıkları tanımayı amaçlayan, iç ve dış ölçütlere dayanarak betiklerin aktarılması, tarihlendirilmesi. çözülmesi değişik betik biçimlerinin ve el yazmalarının karşılaştırılması. eleştirel açıdan değerlendirilmesi. vb. sorunlarla ilgilenen dal. (Filoloji de denir.) Tarihsel bakımdan betikbilim çok önemli bir işlev yerine getirmiş, Rönesans’la birlikte ön sırada gelen insan bilimi olmuştur. XIX. yüzyılda oluşan tarihsel ve karşılaştırmalı dilbilim, karşılaştırmalı betikbilimden doğmuştur.
(Alm. textlinguistik, Fr. linguislique textuelle, İng. text linguistics,).
Tanımlanabilir bir bildirişim işlevi yerine getiren dil birimleri olarak ele aldığı betikleri, yüzeysel yapıda yakınlık ve uyumluluk. derin yapıda dış dünya ya da gönderge düzlemiyle
ilişkileri bakımından tutarlılık, vb. ilkeler uyarınca belirlemeye bu alanda biçimsel bir tanımlamaya ulaşmaya çalışan inceleme türü.
ilişkileri bakımından tutarlılık, vb. ilkeler uyarınca belirlemeye bu alanda biçimsel bir tanımlamaya ulaşmaya çalışan inceleme türü.
(Alm. beschreibung, deskription, Fr. description, İng. description,).
Genel olarak görgül ve tümevarımlı inceleme, özel olarak da tümceyi kuran öğelerin, anlambirimlerin, sesbirimlerin. bunlara ilişkin birleşim kurallarının dizgesel gösterimi. Yöntembilimsel açıdan, betimleme açıklamayla karşıtlaşır.
(Alm. konstativ, Fr. constatif İng. constative).
Edimsel tümceye karşıt olarak. Oluşu, edimi, durumu. vb, yalnızca betimlemekle yetinen tümceleri, eylemleri belirtmek için kullanılır. (‘Gözlemleyici de denir.) Örneğin Gün doğuyor tümcesi betimleyici bir tümcedir.
(Alm. Deskriptivismus, Fr. descriptivisme, İng. descriptivism).
İnceleme konusunu betimlemekle yetinen yaklaşımların özelliği.
(Alm. beschreibend, deskriptiv, Fr. descriptif İng. descriptive)
Dil olgularını betimlemeye yönelen, salt gerçekleşmiş öğelerden oluşan bir bütünceyi ele alarak inceleyen
(Alm. stil, Fr. style, İng.style )
Bir bireyin, dilsel gereç ve olanakları kendine özgü ölçütlerle seçip kullanması sonucu söyleme kattığı kişisel nitelikli özelliklerin tümü. (Deyiş de denir.) Biçem teriminin içerdiği anlamın karmaşık niteliği birçok durumda bulanıklığa yol açtığından, kimi araştırmacılar bu terimi kullanmamayı yeğler (P.Guiraud). Birçok bağlamda biçem söz, kişisel kullanım gibi kavramlarla örtüşür. Biçem incelemesinin dilbilim araştırmalarından yoğun biçimde etkilendiği söylenebilir. Biçem terimi, belli bir dilsel düzlemdeki gerçekleşmelerin toplu özelliği olarak da yorumlanır (örn. şiirsel biçem, resmi yazışmaların biçemi, vb.).
1. (Alm. form, Fr. forme, İng. form).
Dilsel bir göstereni oluşturan ses öğelerinin tümü. Dağılımsal dilbilim, biçimi anlama karşıt olarak ele alır ve yalnız gözlemlenebilen biçimlerin inceleme konusu olabileceğini savunur. İşlevsel dilbilimse işlevi biçime karşıt olarak ele alır ve dil incelemesinin işlevlerin ortaya konulmasını amaçladığını öne sürer.
2. Dil birimleri arasındaki yapısal ilişkilerin oluşturduğu, hem içerik, hem anlatım düzlemlerinde ortaya çıkan düzen. L. Hjelmslev’in kuramında biçim töze karşıt olarak yer alır ve dil -F. de Saussure ’de olduğu gibi bir töz olarak değil, biçim olarak tanımlanır.
(Alm. Morphologie, Formenlehre, Fr. morphologie, İng. morphology,).
Geleneksel olarak anlamlı dil birimlerini, dilbilgisi ulamlarına, işlevsel sınıflara, bükün, türetme, bileştirme açısından sundukları görünüme, aldıkları değişik biçimlere, birleşim özelliklerine göre inceleyen dal. (Yapıbilgisi de denir.)
Geleneksel dilbilgisinde biçimbilim, -işlevleri inceleyen söz- dizime karşıt olarak- sözcüklerin biçimini, bir başka deyişle, bükün ve türetmeyi ele alır.
Çağımız dilbilimindeyse ya anlambirim birleşimlerinin iç yapı kurallarını (türetme) sayı, cins, zaman, kişi, durum açısından büründükleri biçimleri ya da hem bu olguları, hem de dizimlerin tümce düzlemindeki birleşimlerini (sözdizimsel biçimbilim) inceleyen bir dal sayılır. A. Martinet biçimbilimi, anlambirim gösterenlerinin değişkelerini inceleyen dal olarak görür.
(Alın. morphem. Fr. morphéme, İng. morpheme.)
1 Anlambirimin, sözlükbirime karşıt olarak, dilbilgisini ilgilendiren türü.
2. En küçük anlamlı birim, en küçük gösterge. Amerikalı dilbilimciler biçimbirim terimini ikinci anlamda kullanırlar. L. Bloomfield ’de biçimbirim en küçük dilsel birimdir ve iki tür kapsar: Bağımsız biçimbirim tek başına sözce oluşturabilir; bağımlı biçimbirimse hiçbir zaman tek başına gerçekleşemez ve sözce oluşturamaz.
(Alm. formale grammatik, Fr. grammaire formelle, İng. formal grammar).
Doğal dilleri betimleme işlemini biçimselleştirme yoluyla gerçekleştirmeye çalışan dilbilgisi. Özellikle N. Chomsky’ den kaynaklanan biçimsel dilbilgisi dizimsel ve dönüşümsel olmak üzere iki tür dilbilgisi düzeni içerir. Biçimsel bir dilbilgisi, ses ve anlam açısından yorumlanabilmek için bir tümcenin yerine getirmesi gereken koşullara ilişkin bir varsayan olarak görülür.
[İng. declarative, Fr. déclaratif]
Searle 'ün Speech Acts'te edimsöz ereklerine göre yaptığı edimsöz edimleri sınıflamasındaki beş gruptan biri. Searle'e göre, edimsel sözcelem olgusal bir bildirim olduğunda bildirgeseldir. Örneğin, "Lord Raglan, Alma Meydan Savaşı'nı kazandı" sözcelemi, bildirgesel bir sözcelemdir.
(Altınörs,2000)
[İng. statement, Fr. affirmation]
Olgular hakkında yargı veren ifadelerin tümünün ortak adı. Mantıkçı-pozitivist anlam öğretisine göre, ancak doğru ya da yanlış olabilen bildirim türü ifadeler anlamlı olabilmektedir. Örneğin, "Dünya yuvarlaktır" ifadesi bir bildirimdir.
(Altınörs,2000)
(Altınörs,2000)
(Alm. Kommunikation, Fr. communication, İng. communication).
Konuşucuyla dinleyici arasında bildiri alışverişi; karşılıklı bildiri aktarımı;bildirim eyleminin çift yönlü görünümü. (iletişim de denir.) Gerçekte, konuşucu gücül bir dinleyici, dinleyici de gücül bir konuşucudur; daha açık bir anlatımla, her ikisi de birer konuşucu-dinleyicidir. işlevsel dilbilime göre dilin temel işlevi bildirişimi sağlamaktır.
(İng. Stream of consciousness; Alm. Bewusstseinsstrom)
Bilincin, bilinç altının ve bilinç dışının kaynaklarından beslenen bir akış. İç monolog tekniğiyle, fakat bölük pörçük düşünce ve duygu imgeleriyle gerçekleşir.
(Aytaç,1999)
(Aytaç,1999)
[İng. cognitive content, Fr. contenue cognitif]
Bir sözcelemin içerdiği bilişi. Bu terim, bir sözcelemin kullanımbilimsel değeri dışında sahip olduğu iletisel içeriği belirtmek üzere kullanılır.
(Altınörs,2000)
(Altınörs,2000)
(syncategorematic terms / expressions)
Tek başına bir anlamı olmayıp, bir ya da birden fazla deyimle bir araya geldiğinde bir anlamı olan deyimler. Örneğin, 've', 'ise', 'her ne kadar', 'bütün'.
(Aysever, 1994)
(Aysever, 1994)
(Alm. Ethnolinguistik, Fr. ethnolinguistique, İng. ethnolinguistics).
Genellikle, dili bir ekinin anlatım aracı olarak ele alan ve bildirişim koşullarıyla bağlantılı olarak inceleyen dal. Kimi dilbilimciler budundilbilimi toplumdilbilimin bir bölümü olarak görürler. Kimi dilbilimcilerse toplumdilbilimin karmaşık toplumlar, budundilbilimin yalın yapılı toplumlar çerçevesinde geçerli olduğunu belirtirler. Genellikle budundilbilim dil ve dünya görüşü arasında ilişki kurar (E. Sapir, B. E. Whont), çokdillilik sorunları üstüne eğilir.
(Alm. Prosodie, Fr. prosodie, İng. prosody,).
Titrem, vurgu, durak, süre, vb. ses olgularının genel adı. Kimi dillerde (İsveççe, Çince, Japonca, Vietnamca, Lonkundo dili, vb.) bürün olgularının bir bölümü dilbilimsel bir işlev üstlenir ve bürünbilimin inceleme alanına girer.
(Alm. Prosodie, Fr. prosodie, prosodématique, İng. prosody).
Sesbilimin, bürünü inceleyen bölümü. Kimi İngiliz ve Amerikalı dilbilimciler, genellikle sesbirim incelemesinde ele alınan ve sesbirim dizilişlerini ilgilendiren birtakım olguları bürünbilim içinde inceleyerek bu alanın kapsamını genişletmişlerdir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder