D

DAĞILIMCILIK
(Alm. distributionalismus, Fr. distribution,  İng. distributionalism).
Dil incelemelerinde dağılımlara öncelik veren, öğeleri dağılımlarına göre saptayıp sınıflandıran Amerikan yapısalcılığı; dağılımsal dilbilim.

Yapısal dilbilimin bir türü olan dağılımcılık, dil olgularını bir davranış biçimi olarak görür. Ses dizilişlerine indirgediği dil birimlerini, eşsüremli boyutta ve dizimsel düzlemde birleşme özelliklerine göre betimler. L. Bloomfield’den kaynaklanan ve Z. S. Harris’in geliştirdiği dağılımcılık bir bütünceden kalkarak çeşitli düzeylerdeki (sesbilimsel, biçimbilimsel, sözdizimsel) ayrık nitelikli öğeleri, anlamı işe karıştırmadan, karşılıklı bağımlılıkları açısından inceler. Bütüncedeki sözceleri dolaysız kurucularına, onları da kendi öğelerine, vb. indirger. Sesçil verilerle yetinerek bunların düzenliliklerini, bir başka deyişle yapıyı ortaya koymaya yönelir.

Anlama başvurmadığı gibi konuşucu ve durum kavramlarını da bir yana iterek, çeşitli düzlemlerde belirlenen biçimlerin çevrelerini, dağılımlarını, dağılımsal sınıflarını belirler. Betimsel ve tümevarımlı bir yöntem içeren dağılımcılık, sonlu sayıda tümce üstüne işlem yaptığından konuşan bireyin dilsel yaratıcılığını, üreticiliğini ortaya koyamaz. Dağılımcılık uzun süre Amerikan dilbilimine egemen olmuş, bu akıma karşı oluşan tepkilerden üretici-dönüşümsel dilbilgisi akımı doğmuştur.

DAVRANIŞ-BELİRTİCİLER
 (behavitives)
Austin 'de, tutumlarla ve  toplumsal davranışlarla ilgili edimsöz edimleri. Örneğin, özür  dilemek, kutlamak, saygılar sunmak.
(Aysever, 1994)

DAVRANIŞÇILIK
(behaviorism)
Bir dilsel anlatımın anlamını, K'nın  o dilsel anlatımı sözcelemesine yol açan uyarım koşullarında, o  dilsel anlatımın dinleyen kişide yol açtığı tepkilerde, bunların  ikisinde, ya da o dilsel anlatımın dinleyen kişide yol açtığı  davranış eğiliminde arayan felsefe geleneği.
(Aysever, 1994)

DEĞER
(Alm. Wert, Fr. valeur, İng. value)
Bir dil biriminin dizgedeki konumundan, öbür benzer birimlerle aynı dilsel yapı içinde kurduğu bağıntılardan kaynaklanan görece durum. Değer kavramı F. de Saussure’le birlikte dilin bir töz olmayıp bir biçim niteliği taşıdığının anlaşılmasıyla doğmuştur. Dilsel bir öğenin değerini belirleyebilmek için, onunla aynı düzlemde yer alan öbür öğelerle kurduğu karşıtlık bağıntılarını göz önünde tutmak gerekir. Bu kavram ışığında dil öğeleri ne olduklarıyla değil, ne olmadıklarıyla tanımlanırlar.

DERİN YAPI
(Alm. Tiefenstruktur, Fr. structure profonde, İng. deep structure).
Üretici-dönüşümsel dilbilgisinde, sözdizimsel bileşende elde edilen, evrensel nitelikli olduğu varsayılan, biçimsel, soyut tümce yapısı. Bir tümcenin dönüşümsel süreç öncesindeki derin yapısı, o tümcenin anlamını belirler. Yüzeysel yapıda eşsesli olan tümcelerin değişik anlamları derin yapıda gösterilebilir.

DIFFÉRANCE
Derrida’ya göre, Saussure’ün iddia ettiği gibi gösteren ile gösterilen arasında teke tek bir bağlantı yoktur. An1am tamamlanamaz, çünkü bir gösterenin anlamı diğer bütün gösterenlerle bağıntılıdır. Onun için bir gösterenin an1am üretmesi bir diğer gösteren sayesinde tamamlanır diyemeyiz, çünkü ikinci gösterenin de anlamı bir diğer gösterene bağlıdır ve bu zincirleme bağıntının sonu gelmez. Anlamın kesinleşmesi hep ertelenmez, halindedir. Bundan ötürü bir noktada durmak yerine, sağa sola, öne arkaya, gösterenler arasında her yana yayılan karmaşık, çok yönlü ve kaygan bir bağıntılar ağı söz konusudur. Dilin yapısı ayrılıkların oyunu ile durmadan değişen, sınırlanamayan bir ağ gibi örülmüştür. Yapısalcılığın kapalı sistem kavramı yerine, Derrida, hem ayrılığı hem ertelemeyi içeren ve différance adını verdiği bu açık örgü kavramını getirir.
(Berna Moran,1999:202)

DİL

(Alm. Sprache, Fr. langue, langage, İng. language).
Belli bir insan topluluğuna özgü, çift eklemli sesli göstergeler dizgesi.
F. de Saussure ’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, dilyetisinin toplumsal ürünü olan dil, bu yetinin bireylerce kullanılabilmesini (bak. söz) sağlayan ve toplumca benimsenmiş olan uzlaşımsal bir düzendir. Hem gösterenlerle gösterilenlerin birleşmesiyle oluşan bir dizge, hem de bu birleşimin ürünü olan göstergelerle bunları oluşturan ve bunların oluşturduğu öğelerin işleyiş kurallarını içeren bir düzenektir.
 A. Martinet ’nin ünlü tanımına göre “bir dil, insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçimlerde, anlamsal bir içerikle sessel bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle anlambirimlere ayrıştırmasını sağlayan bir bildiri aracıdır; bu sessel anlatım da, her dilde belli sayıda bulunan, öz nitelikleriyle karşılıklı bağıntıları bir dil. den öbürüne değişen ayırıcı ve ardışık birimler, başka bir deyişle sesbirimler biçiminde eklemlenir.”
2. Bildirişim sağlama aracı olarak kullanılan ve doğal diller dışında kalan her türlü göstergeler dizgesi, anlatım yöntemi (örn. sinema dili, arıların dili).

DİL OYUNLARI
Wittgenstein şunu görmüştü ki, edimsel dil, çeşitli kullanımlarını kendisi altına sokabileceğimiz bir öze sığmayacak ölçüde karmaşıktır. Onda, felsefece varsaydığımız saf ve apaçık yapıyı bulamayız. Dilde ideal bir biçimi algılamak yerine, onda gerçekten varolan şeyi görmek durumundayız. Böylece Wittgenstein, bakışını, farklılıkların kendisinde eritildiği felsefi bir birlik ilkesinden, büyük çeşitlilik gösteren farklılıkların kendisine çevirir. “Sözcük ve cümle çeşitlerinin çokluğunu” görmemizi ister. Wittgenstein’ın düşünme biçimindeki bu değişiklikte, tek biçimli bir meta-yapının çözülüme uğratılışını; düşüncenin, merkezlilikten merkezsizliğe kayışını görüyoruz.
............


Anlam, artık, bir hakikati bilmek değil; fakat bir etkinliğe bağlanma (angaje olma) sorunudur. Bu etkinlik de, Wittgenstein’ın “dil oyunu” (sprachspiel) diye adlandırdığı şeyde ifadesini bulur: “Dil ve dilin içinde örüldüğü etkinliklerden oluşan bütünü ‘dil oyunu’ diye adlandırıyorum.” (P. 1. pr. 7, s. 5). Bu noktada Wittgenstein’ın yeni dil anlayışının şekillenmeye başladığını görüyoruz. Buna göre, bir ad, ad olarak ancak dilsel ve dil-dışı etkinlikler dizgesi bağlamında işlev görür ve dolayısıyla bir adın anlamı da ancak bir dil-oyunu içindeki kullanımında bulunabilir. Gözde terim, dil kavramına ışık tutmak için bir karşılaştırma nesnesi olarak benimsenen “oyun” teriminin dile içkin kılınmasıyla elde edilen “dil-oyunu” terimidir. Besbelli ki, Wittgenstein, oyunlar arasındaki çeşitliliğin kavranışında, dil biçimlerinin farklılığına ilişkin yeni içgörülerini ifade edebileceği en elverişli tutamakları yakalamıştır.
(Altuğ ,2001:149-150-157)

DİL-DİLYETİSİ
Saussure dil konusunu açığa çıkarmak üzere “dil yetisi”, “dil”, “söz” üçlü ayırımını yaparken, Chomsky benzer durumları imlemek üzere “edinç” ve “edim” terimlerine/kavramlarına yer verir. J. Lyons’ın belirlemesine göre, “dil” ve “söz” teknik anlamda Saussure tarafından (1916) kullanılmış terimlerdir; “edinç” ve “edim” terimleri ise teknik terimler olarak dilbilime Chomsky tarafından (1965) sokulmuşlardır.( Yine Lyons’a göre: “İki Fransızca sözcük (dil yetisi —langage—ve dil —langue— sözcükleri B. Ç.) birbirinden, dilbilgisel ve anlambilimsel olarak birçok yönden farklıdır. (...)
‘dil’ (langue), ‘dil yetisi’yle (langage) karşıtlık içinde her zaman sayılabilir bir ad olarak kullanılır;
‘dil’ (langue), doğal diller olarak genel bir biçimde dile getirileni ifade eder ve ‘dil yetisi’nden (langage) farklı olarak, aslında
          (a) mantıkçıların, matematikçilerin ve bilgisayar bilimcilerinin yapay, biçimsel (yani doğal olmayan) dillerini;
          (b) yaygın bir biçimde beden dili denilen yapılarda olduğu gibi dildışı ya da dilötesi türünden iletişim dizgelerini ya da
          (c) insansal olmayan iletişim dizgelerini göstermek üzere kullanılmaz.”
(Çotuksöken, 2002:186)

DİLBİLGİSİ
(Alm. Grammatik, Fr. grammaire, İng. grammar).
1. Bir dilin işleyişini ve sunduğu düzeni ortaya koyan, özellikle de biçimbilimle sözdizimi kapsayan inceleme. Kimi dilbilgileri, biçimbilim düzleminde sözcük yapımını da kapsamına alır.
2. Dilsel kullanımın kimi yönlerini kurala bağlamayı amaçlayan buyurucu ve kuralcı inceleme. Geleneksel dilbilgisi salt kuralcı bir daldır.
 3. Üretici-dönüşümsel anlayışta, bir dilin konuşucu-dinleyicilerince geçerli sayılan tümceleri üretebilecek bir düzenek oluşturmak üzere dilbilimci nin kurduğu biçimsel dizge.
4. Konuşucu-dinleyicinin tümceleri üretmesini ve anlamasını sağlayan iç dizge ve bilgi; edinç.

DİLBİLİM
(Alm. Sprachwissenschaft, Linguistik, Fr. linguistique, İng. linguistics).
Kendine özgü yöntemlerle genel olarak dil olayını, özel olarak da doğal dilleri yapıları, işleyişleri, süre içindeki değişimleri, vb. açısından inceleyen insan bilimi. İnsan bilimlerinin en gelişmişi sayılan dilbilim, günümüzde sözlü dile öncelik tanıyan, hem tümdengelimli, hem tümevarımlı yaklaşımlar içeren, yansız gözlemlere, nesnel bakış açılarına dayanan, betimleyici ve/ya da açıklayıcı bir dal özelliği taşır. Bu nitelikleriyle kuralcı ve buyurucu geleneksel dilbilgisinden, doğrulanamayan varsayımlara yer veren uygulamalardan, yazılı belgelerle yazın sal değerlere üstünlük tanıyan betikbilimden ayrılır.

Dilbilim, başka olguları açıklamak için zaman zaman dilden yararlanan ruhbilim, toplumbilim, budunbilim gibi bilimlerden de bağımsızdır. Bütün çağlarda dile ilişkin incelemelere rastlanırsa da, dilbilim özerk bir dal kimliğiyle ancak XIX. yy. başlarında, dillerin birbirleriyle karşılaştırılabileceği anlaşılınca kurulmuştur. 1816 da, F.Bopp ’un Sanskritçe’yi Germence, Yunanca, Latince vb. dillere bağlayan ilişkileri incelemesi bu alanda önemli bir aşama sayılır

Aynı doğrultuda birçok çalışma yapılmış, dil akrabalığı kavramı çerçevesinde geniş kapsamlı araştırmalara girişilmiştir. XIX. yy.’ın ikinci yarısında git gide ağır basacak olan tarihsel incelemeleri de karşılaştırmalı yaklaşım olanaklı kılmıştır. J. Grimm, kendi adıyla anılan yasa aracılığıyla Latince, Yunanca ve Sanskritçe’deki ünsüz evrimine ilişkin düzeni ortaya koymuş, aynı türden çalışmalar Roman dilleri için de yapılmıştır (F. Diez).

1870’lere doğru Almanya’da ortaya çıkan Yenidilbilgiciler Okulu tarihsel dilbilimin temel ilkelerini belirlemeye çalışmıştır (A. Leskien, H. Paul, G. Brugmann). Yenidilbilgiciler karşılaştırma yoluyla elde edilmiş olan sonuçları tarihsel bir eksene oturtmaya, olguları birbirine bağlayan yasaları saptamaya çalışmışlardır. Özellikle salt ve kesin nitelikli ses değişim yasalarının geçerliğini tanıtlamaya yönelen bu dilbilimciler, olguları zorlamışlar, kimi verileri görmezlikten gelmişlerdir.
XIX. yy.’ ın sonlarına doğru dildeki evrimin toplumsal evrimden soyutlanamayacağı görüşü ağır basmaya başlamıştır. Öte yandan, deneysel ses-bilgisi, tarihsel bakış açısının birçok olguyu gerektiği biçimde açıklayamadığını ortaya koymuştur.

XX. yy. başlarında F. de Saussure evrim boyutuna üstünlük tanıyan XIX. yy. anlayışını temelinden sarsmış, dizge incelemesine ağırlık vererek dilbilime, çağımızda izleyeceği doğrultuyu göstermiş, yapısal dilbilimi hazırlamıştır. Bu gelişme önce ses incelemelerini, sonra da sözdizim araştırmalarını etkilemiş, daha yakın bir geçmişteyse sözlükbilimin (özellikle de anlambilimin) yeni bir yörüngeye oturmasına ve çok verimli yöntemlerle donanmasına neden olmuştur

Kimi yönleriyle yeni türden bir yapısalcılık sayılan, ama birçok bakımdan da Saussure’den bağımsız olarak oluşan Amerikan yapısalcılığını aşan üretici-dönüşümsel dilbilgisi (bak. üretici-dönüşümsel dilbilgisi) günümüzde büyük bir gelişme göstermektedir.

Dağılımcılığa karşı bir tepki olarak ortaya çıkan bu akım geniş kapsamlı bir kuramlaştırma ve biçimselleştirme çabasının ürünüdür. Çağdaş dilbilim bir iki kurama indirgenemeyecek denli çeşitlilik göstermektedir. Dilin dizgesel yönünün yanı sıra toplumsal ( toplumdilbilim), bireysel ( ruhdilbiliın) yanları üstünde de durulmakta, dilsel kullanımın bütün yönleri, ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır.

Söylem çözümlemesi, betiksel dilbilim, vb. alanlardaki çalışmalar aracılığıyla tümce boyutları aşılmış, sözceleme düzlemine yönelişle birlikte dilsel dizgeyi çevreleyen çeşitli koşullar göz önünde tutulmaya başlanmıştır. Göstergebilimle dilbilim arasındaki etkileşim (göstergebilim) de burada anılmalıdır. Bir yandan hiçbir dönemde ulaşılmamış bir soyutluk düzleminde kuramsal çabalar sürdürülürken, bir yandan da dilsel gereksinimlerden, somut koşullardan kaynaklanan uygulamalara yöneliş görülmekte, çeviri, terim, anadili ve yabancı dil öğretimi, vb. ile ilgili yoğun çalışmalar yapılmaktadır ( uygulamalı dilbilim).

Kısacası, XX. yy. dilbilimcileri, hem oluşturdukları kuramlarla, hem de giriştikleri geniş kapsamlı uygulama denemeleriyle sözlü bildirişim aracı dili inceleyen dalı insan bilimleri içinde örnek bilim düzeyine yükseltmişlerdir.

DİLCİ FELSEFE
Konuşulan dilde yer alan sözcüklerin günlük kullanımları ile bu sözcüklerin arasındaki mantıksal ilişkileri çözümleyerek felsefe sorunlarına çözüm getirmeye uğraşan felsefe yöntemi. Kullandığı yöntemin dilsel çözümleme olması nedeniyle birçok bağlamda çözümleyici felsefe ile aynı anlama gelen, Oxford felsefesi adıyla da anılan, bir dönem özellikle Britanya’da çok etkili olmuş bir felsefe yapma biçimi.

 Çözümleyici felsefenin önerdiği kavramsal çözümlemenin dilci felsefede Wittgenstein’ın ağırlıklı olarak dile ve dilin kullanımına eğilmesiyle salt dilsel bir çözümlemeye dönüşmesi çözümleyici ve dilci felsefeler arasındaki ince çizgiyi belirleyebilir. Dilci felsefenin temel savı geleneksel felsefenin sorunlarının uydurma sorunlar olduğu ve dilin doğasını yanlış anlamaktan kaynaklandığıdır. Bu uyduruk sorunlar dilci felsefeye göre çözülemez ama çözündürülebilir. Bu da dil konusundaki kafa karışıklığının ne gibi dil kullanımlarında ortaya çıktığının felsefecilere gösterilmesiyle mümkündür.
Wittgenstein, önerdiği felsefe yapma biçiminin bir tür sağaltım olduğunu, bu şekliyle ruhsal çözümlemeyi andırdığını ve felsefe sorularının yarattığı zihinsel kramplardan ancak böyle bir sağaltım sayesinde kurtulabileceğimizi ileri sürmüştür. Wittgenstein’ın felsefe sorunlarına birer hastalık gibi bakması birçok felsefeciyi oldukça rahatsız etmiştir. Ancak Wittgenstein’ın dilin gündelik kullanımına sıkça başvurarak onu adeta felsefe sorunlarının kaynağını anlamada bir rehber gibi kullanması J. L. Austin, Gilbert Ryle ve onları takip eden bir grup Oxford’lu felsefeciyi oldukça cezbetmiştir. Bu, dilci felsefenin ana damarı olarak sayılabilecek gündelik dil felsefesinin bir dönem çözümleyici felsefede çok etkili olmasına önayak olmuştur. Bugün dilci felsefe, etkili olduğu döneme göre çok daha az sayıda felsefecinin ilgisini çekmektedir.
Felsefe Sözlüğü

DİLSEL ÇÖZÜMLEME
Dilin felsefede yarattığı anlam karışıklıklarını ve bulanıklıklarını gidermek için başvurulan, daha çok çözümleyici felsefecilerce kullanılan bir yöntem. Dilsel çözümleme bir mantıkçı atomcu için mantıkça kusurlu olan dilsel ifadeleri kusursuz olan mantık dilini kullanarak ayıklama işiyken, bir gündelik dil felsefe- cisl için karanlık ve ağdalı ifadelerdeki anlama zorluklarım gündelik dilin berrak kullanımı ışığında aydınlatma işidir
Felsefe Sözlüğü

DİLSEL DÖNEMEÇ
Kimilerinin Ludwig Wittgenstein ’ın Tractatus Logico-Philosophicus’unu (1922) kimilerinin de Gottlob Frege’nin “Uber Sinn und Bedeitung” (“Anlam ve Gönderim Üzerine”, 1892,) adlı yazısını kırılma noktası olarak kabul ettiği, felsefede —özellikle dünyayı ve düşünceyi anlamada— dilin merkeze alınmaya başlandığı dönüm noktası. Wittgenstein’ın kitabının düşüncenin sınırlarının dilin sınırlan olduğunu ilan etmesinin Frege’nin “bağlam ilkesi”ne oranla çok daha güçlü bir sav içermesi asıl dönüşün Wittgenstein’la başladığını tanıtlar niteliktedir.
Felsefe Sözlüğü

DİLYETİSİ
(Alm. Sprache, Sprachfähigkeit,  Fr. langage, İng. language).
İnsanın sesli göstergeler aracılığıyla ya da doğal diller kullanarak anlaşma, bildirişim sağlama yetisi. Dilyetisi hem toplumsal, hem bireysel özellikler içeren çok karmaşık nitelikli bir bütündür..

DİZGE
(Alm. System, Fr. systéme İng. system).
1. Öğeleri ya da bölümleri çeşitli ilkeler uyarınca birbirine bağlı düzenli bütün; yapı.
2. Dizisel düzeydeki ilişkilerden oluşan bütün.

DİZİ
 (Alm. Paradigma, Fr.paradigme, İng. paradigm).
Aynı sözdizimsel bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve gücül bir karşıtlık bağıntısı kuran öğelerin oluşturduğu bütün. (Paradigma da denir.) Aynı dilsel birimle değiştirilebilecek birimlerin tümünü belirten dizi kavramı, hem birinci, hem de ikinci eklemlilik düzeylerinde geçerlidir. Bundan ötürü, sesbirim dizilerinde olduğu gibi anlambirim dizilerinden de söz edilebilir

DİZİM
(Alm. Syntagma, Fr. syntagme, İng. syntagm).
 Söz zincirinde birbirini izleyen ve belli bir birim oluşturan anlamlı öğelerin birleşimi. (Sentagma da denir.)

DOĞAL DİL
(Alm. Natürliche Sprache, Fr.languegue naturelle, İng. Natural language)
Yapay dillere karşıt olarak, insan türüne özgü, sesli, çift eklemli bildirişim aracı

DOĞRULAMA
 [İng. verication, Fr. vérification]
Mantıkçı-pozitivist anlam öğretisinde, bir dilsel ifadenin anlamlı olup olmadığını belirlemek üzere uygulanan işlem. Bu işlem, bir tümcenin göndermede bulunduğu olgu durumuyla uyuşup uyuşmadığını denetlemekten ibarettir. Mantıkçı-pozitivistler, moral, estetik ya da metafizik yargılar gibi doğrulanamayan ifadelerin sahte-önermeler [pseudo-propositions] olduklarını düşünmektedir. Bunların, gerçekte dünya hakkında herhangi bir yargı dile getirmedikleri halde bildirim kipiyle kurulmuş, gerçekten var olan herhangi bir göndergesi olmayan ve dolayısıyla anlamlı da olmayan dilsel ifadeler olduklarını savunmaktadırlar.
(Altınörs,2000)

DOĞRULANABİLİRLİK
 [İng. verifiability, Fr. vérifiabilite]
Mantıkçı-pozitivizm de, bir dilsel ifadenin anlamlı olabilmesinin koşulu. Buna göre, deneysel olarak doğrulanamayan (yani, mantıksal bir doğruluk değeri verilemeyen) tümceler, sahte-önermelerdir.
(Altınörs,2000)

DOLAYLI KONUŞMA
[ oratlo obliqua]
Frege ’nin — “dolaysız konuşma” kavramıyla karşıtlık içinde verdiği - tanımıyla, içinde bir başkasının sözcesinin aktarıldığı, bir terimin tanımlandığı ya da sadece anıldığı tümceler. Örneğin “Wittgenstein, ‘dil oyunları’ ile, gündelik dilde yer alan ve bilişi aktarma dışında kullanılan bir takım formlarını kasteder” tümcesi, “dil oyunları” kavramı hakkında bir dolaylı konuşmadır.
(Altınörs,2000)

DOLAYSIZ KONUŞMA
 [ oratio recta]
Frege ’deki — “dolaysız konuşma” kavramıyla karşılıklı - tanımıyla, bir olgu durumu, bir nesne ya da kavrama doğru dan göndermede bulunan tümceler. “Ankara, Türkiye’nin başkentidir” tümcesi, doğrudan konuşmaya örnektir.
(Altınörs,2000)

DÖNÜŞÜM
(Alm. Transformation, Umformung, Fr. transformation, İng. transformation.).
Bir tümcenin derin yapısından yüzeysel yapısına geçilmesini sağlayan kural ve bu kuralın  uygulanmasıyla ortaya çıkan süreç. Belli bir dizimsel yapısı olan bir dizilişe uygulanan dönüşüm kuralı, türev sayılan dizimsel bir yapısı olan yeni bir diziliş elde etmeyi sağlar. Böyle bir kuralın uygulanması sonucu katma, silme, değiştiri, değiştirim işlemleri gerçekleşir.

Dönüşüm, tümcenin üretiliş sürecinde bir aşamadır. Bir dilbilgisi üretici olmadan da dönüşümlere yer verebilir (dönüşümsel dilbilgisi). Örneğin Z. S. Harris’in dilbilgisi böyledir. Dönüşüm bu anlayışta, bir bölümü özdeş birimler içeren iki tümce ya da yapı arasındaki bağıntıyı belirtir (örn. kimi etken ve edilgen tümceler arasındaki bağıntı). Salt üretici nitelikli dilbilgileri de vardır (dizimsel dilbilgileri). Bunlarda derin yapı ele alınmadan yüzeysel yapı üretilir. Böylece dolaysız kurucuların biçimselleştirilmesiyle yetinilmiş olur. N. Chomsky’nin dilbilgisiyse, hem üretici hem de dönüşümseldir.

DÖNÜŞÜMSEL DİLBİLGİSİ
 (Alm.Transformationsgrammatik,,Fr.grammairetransformationnelle,İng.transformational grammar).
Çeşitli tümce türleri arasındaki eşdeğerlik ilişkilerini ortaya koyacak kurallar saptayarak tümceleri açık seçik işlemler aracılığıyla betimleyen dilbilgisi.

DUYGUSAL ANLATIM
[ emotional expression, Fr. expression ‘motionelle]
Bir nesne, olay ya da kişi hakkında duygu-tutum belirten yargıların genel adı.
(Altınörs,2000)

DÜZANLAM
(Alm. Denotation, Fr. dénotation, ing. denotation).
1. Bir gösterenin göstenlerini oluşturan kavramın kaplamı, gösterenin belirttiği nesneler sınıfı.
 2. Yananlama karşıt olarak, bir birimin mantıksal, bilişsel, nesnel anlamı. Bilimsel söylemde düzanlam, yazınsal söylemde yananlam egemendir.

DÜZDEĞİŞMECE
(Alm. Metonymie, Fr. dénotion,  İng. metonymy).
Eğretilemeye karşıt olarak, tümcede dizimsel bir bağıntı kuran ya da belirtilen gerçeklik düzleminde yan yana bulunan öğelere ilişkin olarak. benzetme yapılmaksızın sonucun neden, kapsayanın kapsanan, bütünün parça, genelin özel, somut adın soyut kavram yerine kullanılması yoluyla oluşan değişmece türü. Örneğin, bütün kentte oturanlar yerine bütün kent, bir kadeh dolusu içmek yerine bir kadeh içmek, vb. denildiğinde düzdeğişmece yapılmış olur.

DÜZENLEYİCİ KURALLAR
 [ regulative rules, Fr. régles normatives]
Searle ’e göre, söz edimlerini yöneten kurallar ikiye ayrılmaktadır: Düzenleyici kurallar ve kurucu kurallar. Searle, düzenleyici kuralları, kurallardan bağımsız olarak var olan bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar olarak tanımlamaktadır. Örneğin nezaket kuralları, düzenleyici kurallardandır.
(Altınörs,2000)

DÜZSÖZ
 [ İng. ve Fr. locution]
Austin ’in söz edimleri sınıflamasında, edimsöz ve etkisöz edimlerinden ayırdığı düzsöz ediminin ürünü. Austin düzsözü, herhangi bir şey söyleme ediminin ürünü olarak tanımlamaktadır.
(Altınörs,2000)
Dilbilgisine uygun olarak ve bir sözlük aracılığıyla dilin gerçekleşmiş biçimi; edimsöz ve etkisöze karşıt olarak dildışı olgulardan soyutlanmış söz.

DÜZSÖZ EDİMİ
 [ locutionary act, Fr. actelocutoire]
Austin ’in edimsöz edimi ve etkisöz ediminden ayırdığı ve yalın olarak bir şey söyleme edimi olarak tanımladığı edim türü. Austin, bu edimin üç alt-edimden oluştuğunu belirtmektedir: seslendirme edimi, dillendirme edimi ve anlamlandırma edimi. Ardılı olan ve Austin’in çözümlemelerini temel alan ayrıntılı bir kuram oluşturan Searle ise, kendi yaptığı sınıflamada Austin’in bu kategorisine yer vermemektedir.
(Altınörs,2000)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder