S,Ş

SAÇILMA
( Dissémination)
Derrida’nın yapısökümcü felsefesinde, çoğunluk eldeki sözcüğün kesin anlamı kuşkulu olduğu vakit ortaya çıkan, ama gerçekte bütün sözcükler ile göstergelerin doğaları gereği çokanlamlılığa konu olduğunun altını çizen dildeki temel anlamlandırma ilkesi.

Derrida, terimi geliştirirken saçılma sözcüğünün doğrudan ilintili olduğu “dağılma”, “serpme”, “fılizlenme “ekme” , “dikme” gibi tasarımlarla oynamıştır. Bunun yanında bütün bu tasarımların odağında tohum sözcüğünün olduğu da üstünden atlanamayacak bir gerçektir. Derrida’nın yapısökümcü söz dağarında terim, bir araya toplanmaya bir türlü olanak tanımayan, anlamın dolayısıyla da “ayıram”ın (différence) sürekli çoğalıp saçılması gerçeğini vurgulamaktadır.

Derrida burada çokanlamlılık ile çokluk ilkesi arasında bir ayrım yaparak, çokanlamlığın anlam düzenine ait olduğunu, buna karşı saçılmaya konu çokluğunsa anlamlar çokluğunu aştığı gibi anlamın kendisini de aştığını belirtir. Temelde saçılma düşüncesi, “çokanlamlandırmalı” bir anlamlar çokluğunun asla tek bir anlam yapısına yerleştirilerek denetim altında tutulamayacağını, her metnin doğasına ya da organik kuruluşundaki “büyüklüğü”ne bağlı olarak birden çok yorumunun olabileceği savunusunu dillendirmektedir.

Bu serpilme devinisini metinlerde, yazıda okumaya çalışan Derrida, söz konusu devininin ne anlamla ne de izlekler yoluyla sınırları kesinlenmiş belli bir anlam alanına kapatılamayacağını savunmaktadır .
Felsefe Sözlüğü

SERİMLEYİCİLER
(expositives)
Austin 'de, sözcelemlerimizin bir  uslamlamanın ya da bir söz-alış verişinin akışı içerisindeki  yerini gösteren edimsöz güçleri; bu edimsöz güçlerini  adlandıran edimsöz fiilleri. Örneğin, yanıtlamak, kabul etmek,  varsaymak böyle edimsöz güçleridir. 
(Aysever, 1994)

SESBİLGİSİ
 (Alm. Phonetik, Lautlehre, Fr. phonétique, Ing. phonetics,).
Bildirişim açısından taşıdıkları özellikleri ya da işlevlerini göz önünde bulundurmadan sesleri somut gerçeklikleri içinde, oluşturulmaları, aktarılmaları ve algılanmaları bakımından inceleyen dal. Sesbilgisini sesbilimle karıştırmamak gerekir. Sesbilgisi. uzun süre “sesleri ele alan bilim” niteliği taşımış, XX. yüzyılda sesbilimin kurulmasından sonra sesleri daha çok doğa bilimlerindeki yöntemlerle ele alan dal olarak görülmeye başlanmış, sesbilim alanındaysa dilbilim yöntemleri geçerli sayılmıştır. N. Trubetskoy, F. de Saussure’ün dil/söz ayrımından yola çıkarak, ses bilgisini söz. sesbilimiyse dil alanında işlem yapan dallar olarak görmüştür. A. . Martinet’ye göre sesbilim, sesleri belli bir dilde yerine getirdikleri işlev açısından ele alır; sesbilgisiyse, sesleri herhangi bir dile bağlı kalmadan inceler.
Sesbilgisi, olguları ele alış türüne, kullandığı yöntemlere göre kendi içinde birçok alana ayrılır.

Söyleyiş sesbilgisi
 ya da fizyolojiksesbilgisi
Ses aygıtının anatomisini, sesleme örgenlerinin devinimlerini inceler. Fiziksel ya da akustik sesbilgisi seslerin havanın titreşimleriyle konuşucudan dinleyiciye aktarılışı sırasında ortaya çıkan olguları ele alır.
İşitsel sesbilgisiSeslerin duyuluşu, algılanışı ve bununla ilgili çeşitli olgular üstünde durur.
Deneysel sesbilgisiSeslerin çıkarılışını, aktarılışını ve algılanışını çeşitli araçlar kullanarak inceler, yalın gözlemin ulaşamadığı özellikleri saptar.
Genel sesbilgisiBütün dillerdeki ses gerçekleşmelerini inceler.
Karşılaştırmalı sesbilgisiİki ya da daha çok sayıda dili, sesleri açısından karşılaştırır.
Tarihsel evrimsel ya da artsüremli sesbilgisiSeslerin zaman içinde geçirdikleri değişimleri belirler.
Betimsel, dural ya da essüremli sesbilgisiSesleri belli bir evrede, zaman etkenini işe karıştırmadan ele alır
Birleşimsel sesbilgisi,Seslerin bağlam içindeki konumlarına göre birbirini etkilemesini inceler.
Düzeltici sesbilgisi,Dil deneyliklerinde ya da derslikte yabancı bir dille ilgili söyleyiş bozukluklarını özel yöntem ve uygulamalarla düzeltmeyi amaçlar.

SESBİLİM
(Alm. Phonologie, Fr. phonologie, İng. phonology, phonemics).
Sesleri bildirişimdeki işlevleri açısından inceleyen dilbilim dalı. Kimi dilbilimcilerin (B. Malmberg) işlevsel sesbilgisi diye adlandırdıkları sesbilim, özellikle J. Baudouin de Courtenay, F. de Saussure gibi bilginlerden esinlenen Prag Dilbilim Çevresi’nde oluşmuştur. Bak. Prag Okulu. N. Trubetskoy, Saussure’ün dil/söz ayırımından yola çıkarak, sesbilgisini söz, sesbilimiyse dil alanında işlem yapan dallar olarak görmüştür. A. Martinet’ye göre sesbilim, sesleri belli bir dilde yerine getirdikleri işlev açısından el alır; sesbilgisiyse herhangi bir dile bağlı kalmadan inceler. Sesbilim -özellikle Prag Okulunun geleneğini sürdüren akımlarda- iki bölüme ayrılır: Sesbirimleri inceleyen sesbirimbilim ve bürünü inceleyen bürünbilim.

 Amerikan Okulu davranışçılığın etkisiyle değiştirim ve yansızlaşma kavramlarını bir yana bırakarak bütünleyici dağılım kavramını kullanmıştır. Kopenhag Okuluysa, her türlü tözcülüğe karşı çıkarak biçimselleştirmeye ağırlık vermiştir. Sesbilgisi gibi sesbilim de kendi içinde birçok alana ayrılır. Bunlardan genel sesbilim, bütün dillerin sesbilimsel dizgeleriyle bunların işleyiş yasalarını inceler. Ayrımsal sesbilim iki ya da daha çok dilin sesbilimsel dizgelerini ele alır, ayrılık ve benzerliklerini saptar. Tarihsel ya da artsüremli sesbilim sesbilimsel dizgelerin evrimini, bir dil durumundan öbürüne geçişte ortaya çıkan değişimleri beliler. Betimsel ya da eşsüremli sesbilim bir dilin belli bir evresinde yer alan sesbilimsel dizgeyi inceler. Bu alanların dışında dağıtımcılığa bir tepki olarak gelişen ve sesbilimi dilbilgisine katma çabasından kaynaklanan üretici sesbilim vardır.

SESBİRİM
(Alm. Phonem, Fr. phonème İng. phoneme).
En küçük ayırıcı, kesintili, işlevsel, karşıtlığa dayanan, sesbirimciklerden oluşan ve ikinci eklemlilik düzenine bağlanan birim. Sesbilimciler, bir dilde anlamı değişik iki bildiriyi ayırt etmeye yarayan ses öğeleri bulunduğu görüşünden yola çıkarak en küçük çiftlere uygulanan değiştirim işlemiyle, kendi başına anlamı olma yan sesbirim ya da ayırıcı birime ulaştılar.

SESLEM
(phone)
 Austin'de, seslendirme ediminin ürünü.
(Aysever, 1994)

SİMGE
(Alm. Symbol, Fr. symbole, İng. symbol).
1. Göstereniyle gösterileni arasında belli oranda nedenlilik ilişkisi kurulabilen, çoğu kez görüntüsel nitelik taşıyan, ama yine de uzlaşımsal özelliği bulunan gösterge türü. Örneğin, F. de Saussure’de tüzeyi belirten terazi bir simgedir.

2. Uzlaşımsal nitelikli ve istençli olarak kullanılan gösterge türü. Ch. S. Peirce’e göre, görüntüsel gösterge ve belirtiyle birlikte simge başlıca gösterge türlerini oluşturur.

3. Üretici-dönüşümsel dilbilgisinde yeniden yazan ya da dönüşüm kurallarını belirtmek için kullanılan sözcük ya da yazaçlara verilen ad. Bitimsiz, bitimli ve işlemsel simgeler birbirinden ayırt edilir. Bitimsiz simgeler a " b türünden bir yeniden yazım kuralında solda yer alabilir (Tümce [T] Ad Dizimi [AD] Eylem Dizimi [ED], bitimli simgelerse solda yer almaz (Kip [K]; işlemsel simgeler gerçekleştirilecek işlemleri belirtir. Orneğin, + zincirleme işleminin simgesidir.

SİNİRSELDİLBİLİMİ
Neurolinguistics
Beyin yapısının ve dilin beyindeki fiziksel görünümünün incelenmesi. Beyindeki hasarların dil bozuklukları açısından incelenmesi, anadil edinimi sürecinde beynin sinirsel gelişimi gibi konular bu alana dahildir.

SOUS RATURE
Derrida’nın geliştirdiği ve çözümlemelerinde temel aldığı önemli kavramlardan biri. Bir sözcüğün yazılması ve sonra üstünün karalanması anlamına gelmektedir. Sözcük eksik ya da yetersiz olduğu için karalanmıştır ama yine de insanların bu sözcüğe gereksinmesi olduğundan karalanmış hali ile kullanılmaktadır.

Derrida, sous rature kavramını, gösteren (signifier) ile gösterilen arasında bir temsil bağı olmadığı görüşünü temellendirmek için kullanmaktadır. Dili bir yapı olarak görenler, örneğin Saussure için her gösterge bir ortaklığı ve belli bir temsili ortaya koymaktadır. Derrida için ise, söz ile düşünce ya da şey hiçbir zaman aynı ve tek olamaz; gösterge daima bir ayrımlaştırmayı yansıtmaktadır. Gösterenler (ses ya da işaret) ile gösterilenler birbirlerinden sürekli olarak koparlar, yeniden bir araya gelirler. Bu nedenle herhangi bir gösterge okunduğunda anlam apaçık değildir, olması da mümkün değildir. Çünkü bir gösterge, her zaman başka göstergelere gönderme yapmakta (örneğin metafor kullanmada olduğu gibi) ve bu süreç içinde gösteren gösterilene dönüşmektedir
( Şaylan , 1999: 171)

SÖYLEM
(Alm. Diskurs, Rede, Fr. discours, Ing. discourse, speech,).
1. Söz; dilin sözlü ya da yazılı gerçekleşmesi, konuşan bireyin kullanımı.
2. Sözce; bir ya da birçok tümceden oluşan, başı ve sonu olan bildiri.
3. Tümce sınırlarını aşan, tümcelerin birbirine bağlanması açısından ele alınan sözce. Z. S. Harris’in tümceleri de öbür birimler gibi dağılımsal açıdan incelemeye başlamasıyla dilbilimin önünde yeni bir alan (söylem çözümlemesi) açılmıştır. Böylece tümcelerin birbirlerine eklenme kuralları araştırılmış, dağılımsal ölçütler dışında dönüşümsel ölçütler de incelemelere yön vermiştir.

Söylem, sözcelem ediminin gözlemlenebilir sonucudur. İletişim amacıyla dilsel araçların kullanılmasından kaynaklanır. Söylem, yalnız bilgilerin iletilmesi için değil, alıcıyı eyleme özendirmek ya da sadece kişilerarası ilişkiler kurmak için de kullanılır.
(Kıran, 2002:216)

SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ
 (Alm. Diskursanalyse, Fr. analyse de discours, İng. discourse analysis,).
Tümce sınırlarını aşarak daha üst düzeyde yer alan söz ürünlerine yönelen çözümleme. Özellikle dile karşıt olarak ele alınan söz incelemelerinden kaynaklanan söylem çözümlemesine ilişkin çalışmalar günümüzde büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Kimi araştırmacılar gösterilenleri (içeriği) incelerken, kimileri geniş bağlamlar içinde göstergeleri ele almaktadır. Özellikle konuşan bireyle ürettiği tümceler ya da sözceyle yöneldiği topluluk üstünde durulmakta, bir ürün olarak sözceyle bir üretim ya da edim biçiminde algılanan sözceleme birbirinden ayrılmaktadır. Araştırmalarda dağılımsal dilbilimle üretici-dönüşümsel dilbilgisinin yanı sıra, anlambilim ve göstergebilimden de büyük ölçüde yararlanılmak tadır.

SÖYLEYİM
(Alm. Ausdrucksweise, Redekırnst, Fr. diction, ing. diction).
Konuşma ya da sözü kullanma eyleminin öğeler arasındaki bağlantıları, durakları, vurgulamayı, titremlemeyi, vb. ilgilendiren bölümü.

SÖYLEYİŞ
(Alm. Aussprache, Fr. prononciation, İng. pronunciation).
Sesleme edimi sırasında seslerle bürünsel öğeleri söyleme, gerçekleştirme biçimi.

SÖZ
(Alm. Rede, Sprechen, Fr. parole, İng. speech).
Dilyetisinin kişisel bir istenç ve anlak eylemiyle özdeşleşen bireysel yanı. F. de Saussure’ün yaptığı ve birçok dilbilimcinin benimsediği ayrıma göre, toplumsal nitelikli dilden ayrı olan söz, konuşan bireyin, kişisel düşüncesini anlatmak için dil dizgesini kullanmasını sağlayan birleşimleri ve bunların dışa iletilmesini olanaklı kılan anlıksal-fiziksel düzeneği kapsar.

SÖZAÇMAZLIK
 (Alm. Praterition, Fr. prétérition, ing. preterition).
Sözbilimde, bir konuya değinmeyecekmiş gibi görünüp değinme, örneğin “durumun ne denli özveri gerektirdiğini belirtmeyeceğim” türünden bir anlatımda sözaçmazlık vardır.

SÖZ EDİMİ
(Alm. Sprechakt, Fr. acte de parole, İng. speeche act)
Belli bir konuşucunun belirli bir durumda söz ya da tümce üretmesi.

SÖZBİLİM
 (Alm. Rhetorik,  Fr. Rhétorique,  İng. rhetoric).
Söz sanatlarını, her şeyden önce de buluş, düzenleme, tümcedeki sözcüklerin seçilme ve sıralanması (biçem) sorunlarını, anlatım yöntemlerini uygulamaya koyma etkinliğini ele alan dal. Kökleri İ.Ö. V. yüzyıla değin gerilere uzanan, sözü belli bir amaca ulaşmak için, özellikle de dinleyenleri bir sava inandırmaya yönelik biçimde kullanma kurallarını oluşturan sözbilim Aristoteles’te, uzun süre izleyeceği doğrultuyu bulmuş, çok geçmeden de başlıca alanlarını belirlemiştir (buluş, düzenleme, seçme-sıralama, vb.).

Yüzyıllar boyunca geçirdiği evrim sonucu güzel söz söyleme kurallarına ağırlık vermeye başlayan sözbilim, yazınsal biçemi irdelemiş, sözcük seçme-sıralama ya da biçem sanatıyla özdeşleşmiştir. XVIII. ve XIX. yüzyılda Batı’da rastlanan sözbilim yapıtları genellikle değişmeceleri sanmakla yetinir. Günümüzde bu dal, dilbilimin, biçem bilimin, söylem çözümlemesi çalışmalarının etkisiyle büyük bir canlılık göstermeye başlamıştır.
………..
Dili etkili biçimde kullanmaya yönelik olarak, üretilmiş örnekleri inceleyen söz sanatı bilgisi. Retorik alanındaki ilk kapsamlı çalışmalar Antikçağ'da Sofistler ve özellikle de Gorgias tarafından yapılmıştır. Felsefeyi bir ikna etme aracı olarak gören Sofistler retorik sanatını geliştirmeye çalıştırmışlardır. Aristoteles ise retoriği, dili doğru kullanma sanatı olan gramerden ayırarak tanımlamakta ve onun dili güzel ve yetkin bir biçimde kullanma sanatı olduğunu belirtmektedir.
(Altınörs,2000)

SÖZCE
(Alm. Äusserung, Fr. Énoncé , İng. utterance).
Bir konuşucunun ürettiği, iki susku arasında yer alan söz zinciri parçası; sözceleme edimiyle ortaya çıkan söylem. Tümce, sözün çözümlenmesiyle elde edilen bir birimdir, sözceyse bu türlü bir işlemden önce belirlenen bir bütündür. Üretici dilbilgisi sözceyi, bir edim olgusu biçiminde yorumlayarak edinç olgusu saydığı tümceye karşıt bir kavram olarak ele alır; kimi dilbilimcilerse sözceyi tümce ya da birbirini izleyen tümceler bütünü olarak görür.

SÖZCE ve TÜMCE
Sözcelem kuramlarına göre, «sözce» ile «tümce» birbirinden farklı olup birbirlerinin yerine kullanılamazlar. Sözce herşeyden önce somuttur, belli bir sözcelem durumu içinde biri tarafından gerçekten söylenmiş ya da yazılmış olmalıdır. Bu durumda sözce tektir. Örneğin kapınızın çalındığım duyduğunuz zaman “Girin!” diyebilirsiniz. Bu koşullarda söylediğiniz dilsel gerçeklik bir sözcedir. Zili çalan kişi sizi işitmeyip zili çalmayı sürdürürse, ona yine ‘Girin!” diyebilirsiniz. Ancak bir kaç saniye sonra söylenen belki biraz sabırsızlık, hafif bir kızgınlık içeren yeni ve ikinci bir sözce olarak, birincisinden farklıdır. Bununla birlikte, iki sözcede de “girmek” fiili, emir kipi ve ikinci tekil kişi ekinden oluşan aynı “Girin!” tümcesini kullanıyorsunuz.

Tümce, sözcelem durumuna bağlı değildir, doğrudan dilbilgisini ilgilendirir. Önemli olan, dilin sözdizimi kurallarına uygun tümceler üretmektir. Dilbilgisi kitaplarındaki tümceler sözcelem durumundan kopuk oldukları için tek bir anlam içerirler. Geleneksel dilbilgisi, konusu olan tümceyle bir öznenin dilsel etkinliği sonucu ortaya çıkan sözce arasında bir ayrım yapmaz. Kısacası, sözce belli bir yerde, belli bir zamanda, belli bir kişi tarafından söylenen ya da yazılan dilsel bir olgudur. Sözcelem ise bu sözceyi üretme edimidir. Bir sözcenin üretildiği koşullar genellikle sözcenin kendisinden daha anlamlıdır, çünkü kimin kiminle, nerede, ne zaman ve nasıl konuştuğunu bilmek çok önemlidir.
(Kıran, 2002:204)

SÖZCELEM
 (utterance)

Belli bir iletişim ortamında, belli bir dilsel  iletide bulunmak için kullanılan tümce.
(Aysever, 1994)

SÖZCELEME
 (Alm. Äusserung, Fr. énonciation, lng. enunciation).
Sözce üretme edimi; bireyin sözceleri belli bir bağlam ve durum içinde gerçekleştirmesi. Sözceleme kuramları dili bir edim olarak kavramaya çalışmakta, sözceyi salt göndergesel işlevi dışında, konuşucunun edimiyle özdeşleşmesi ve dinleyicide bir etki yaratması açısından ele almaktadır. Adıllar, yer ve zaman belirteçleri, vb. ancak sözceleme çerçevesinde bir anlam kazanır (E. Benveniste, R. Jakobson).

SÖZCELEME EDİMİ
(utterance act)
Searle 'de, bir dilin sözlüğünde  yer alan dil öğelerinden kurulu bir tümce sözcelemek. (sözceleme eylemi)
(Aysever, 1994)

SÖZCELEMEK
 (to utter)
Bir tümceyi, belli bir iletişim ortamında,  belli bir iletide bulunmak için söylemek.
(Aysever, 1994)

SÖZDIŞI DİLSEL ANLATIM

Genellikle, sözel-dilsel anlatımlarla  birlikte kullanılmakla birlikte, zaman zaman, tek başlarına da  kullanılan ve doğal bir dilin parçası olan jestler, mimikler.  Örneğin, dudak bükmek, kaşları kaldırmak.
(Aysever, 1994)

SÖZDIŞI ŞİFRELİ DİLSEL ANLATIM
 Islık, ışık gibi şifreli dilsel  anlatımlar.
(Aysever, 1994)

SÖZEL DİLSEL ANLATIM
Belli bir doğal dilin sözlüğünde yer alan,  ve o dilin dilbilgisi kurallarına uygun olarak üretilen  anlatımlar.
(Aysever, 1994)

SÖZEL ŞİFRELİ DİLSEL ANLATIM
 Görünüşte doğal bir dilin parçası  olan şifreli dilsel anlatımlar. Örneğin, saklambaç oynayan  çocukların çık demek için sözceledikleri 'elma', çıkma demek  için sözceledikleri 'armut' sözel şifreli dilsel anlatımlardır.
(Aysever, 1994)

SÖZLÜKBİLGİSİ
(Alm. Lexikographie, Fr. lexicographie, Ing. lexicography)
Sözlük yapımıyla ve bu etkinliğe ilişkin ilke, yöntem, vb. ile uğraşan uygulamalı sözlükbilim dalı. (Sözlükçülük de denir.) Sözlükbilgisi, sözlüğe girecek biçimleri (sözlüksel birimler; sözlük birimler, birleşkebirimler), genellikle çekim ekleri dışında kalan dilbilgisel birimleri (biçimbirimler) belirledikten sonra bunlara ilişkin biçimbilimsel (ulamlar, birleşim olasılıkları, bağdaşma kuralları, vb.), anlam- bilimsel (tanımlar), kimi durumlardaysa tarihsel (köken, vb.) bilgiler verir. Birçok sözlükte tanımları örneklendiren tanık alıntılar ya da sözlükçünün ürettiği dizimler de yer alır.

SÖZLÜKBİLİM
 (Alm. Lexikologie, Fr. lexicologie, İng. lexicology).
Bir dildeki sözlüksel birimleri, bir başka deyişle, anlambirimlerin sözlükbirim niteliği taşıyanlarıyla, dilbilgisel olmayan ve sözlükbirimler gibi işlem gören çeşitli birleşimleri (birleşkebirimler) dilbilim yöntemleriyle inceleyen, bu arada sözlük yapımının kuramsal sorunlarını ele alan dal.

Saussure’cü dilbilimin en büyük özelliklerinden biri dilin bir yapı olduğunu ortaya koymuş olmasıdır. Bu bakış açısı ses dizgesinin yapısal bakımdan incelenmesine yol açmış, sesbilimin kurulmasını sağlamıştır. Sesbilimden sonra dilbilimin öbür alanları da yeni görüşlerden etkilenmiş, çok daha geç olmakla birlikte, sözlükbilim de bu gidişe ayak uydurmuştur. Böylece dilin sözlük kesimini yapılaştırma çabaları incelemelerde atılım yapılmasına yol açmış, yapısal sözlükbilim doğmuştur. Sözlüksel alan, anlamsal alan, vb. kavramların yanı sıra sesbilim alanının örnek alınmasıyla gerçekleştirilen anlambirimcik çözümlemeleri araştırmacılara yeni olanaklar sağlamıştır. Bu arada sözlüğün toplumsal yapılarla kurduğu ilişkiler üzerinde de önemle durulmuştur (G. Matord, J. Dubois, vb.).
Kimi sözlükbilimciler sözcük kavramından giderek uzaklaşmışlar, sınırları daha iyi çizilmiş birimler (sözlükbirim, birleşkebirim, vb.) kullanmaya yönelmişlerdir; kimileriyse tüm sakıncalarına karşın -ve sözcüğün tartışma götürmez bir gerçeklik olduğu görüşünü benimsemeden- bu kavramla yetinmişlerdir. Sözlükbilimin sözlüksel anlambilim bölümü anlam sorunlarını ele alır.

SÖZLÜKSEL ALAN
Aynı izlek ya da aynı kavram etrafında öbeklenebilen sözcükler bütününün oluşturduğu yapısal düzene «sözlüksel a1an» denir. Başka bir deyişle, aynı kavramı sunmak ya da geliştirmek, gerçekliğin aynı alanını betimlemek, aynı düşünceyi ifade etmek için kullanılan sözcüklerin tümünün oluşturduğu yapısal düzene verilen addır. Örneğin Ch. Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri adlı yapıtında “yolculuk”, “ölüm ya da ‘müzik” sözcüklerinin sözlüksel alanı incelenebilir. Sözlüksel alan terimi, metnin dışına çıkmama koşuluyla, metin çözümlemesinde çok üretici olabilir. Bir sözcenin sözlüksel alanı, uzayıp giden imgelerin kaynağı olan sözlüksel alanlar arasındaki girişimleri inceleyerek, izleklerin yakınlığı ve anlamların bitişikliği üzerine kurulan yakınlaştırmalar deneyerek oluşturulur.
(Kıran, 2002:249)

ŞİFRELİ DİLSEL ANLATIM
İletileri istenmeyen kişilerden saklamak  için oluşturulmuş, sınırlı sayıda kişi tarafından bilinen yapma  bir dilin parçası olan dilsel anlatımlar.
(Aysever, 1994)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder